YENİ SESLİ ŞİİRLER
Uğur Arslan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uğur Arslan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mehmet Akif Ersoy - Çanakkale Şehitlerine - Uğur Arslan'ın Sesinden


Mehmet Akif Ersoy - Çanakkale Şehitlerine
Uğur Arslan'ın Sesinden
Sesli Şiir Dinle



Şiirin Sözleri:


Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, 
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, 
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. 

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; 
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. 
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. 
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy


Sesli Şiir Vakti


 

Kavuşursak Biteriz Biz - Uğur Arslan - Sesli Şiir Dinle


Kavuşursak Biteriz Biz - Uğur Arslan
Sesli Şiir Dinle

Kavuşursak biteriz biz, 
Biz mutlu sonlar katiliyiz. 
Kavuşursak biteriz biz. 
Sevgiyle bakan gözleri kör ederiz. 
Herkesin bildiği bir aşk, 
Herkesin attığı bir imza 
Herkes gibi değiliz biz. 
Belki biraz serseri, 
Belki biraz deliyiz, 
Ama kavuşursak biteriz biz. 
Pervane böceğinin mum alevine sevdası 
Ateş böceğinin susuzluğuyuz biz 
Yanar ama su içmeyiz 
Etrafında döner, ateşle dansederiz. 
Bize kimseden zarar gelmez, 
Biz zararı ancak kendi kendimize veririz. 
Severiz, özleriz, aşktan ölsek kimseye söylemeyiz. 
Biz artık biz değiliz. 
Ruhlar kavuşur ve konuşur gökyüzünde bir yerde 
Ama bedenen kavuşursak biteriz biz. 
Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. 
Onu bilir, onu söyleriz, 
Kavuşursak biteriz biz. 
İki sınır ülkenin dikenli telleriyiz, 
Dokunursak kanar ellerimiz. 
Kimselere söylemez gizli gizli severiz 
Ama kavuşursak biteriz biz. 
Bir kor var içimizde yanan, 
Onu küllendiremeyiz. 
Görüşemeyiz, konuşamayız ve sevişemeyiz. 
Bir aşk var bizi biz yapan, 
Kavuşursak biteriz biz. 
Biz herkes gibi değiliz. 
İstedeğimiz zaman gelip, 
İstediğimizde gidemeyiz. 
Kahve içip, gülüp, konuşup, başbaşa yemek yiyemeyiz. 
Ne bir filmdeki mutlu son, 
Ne de göz yumulacak bir kaçamak değiliz biz. 
Sadece özlemle severiz, 
Ve kavuşursak biteriz biz. 
Sevda iki kişinin birbirine aşkı değil artık. 
Artık her aşk her ağızda sakız. 
Biz birbirimize aslında her aşıktan daha yakınız. 
Belki ayrı şehirlerdeyiz, 
Ama her gece aynı mehtapta buluşur, 
Yağmur yağarsa, çıkar, 
Aynı yağmurun altında ıslanırız. 
Bu aşkı ancak biz biliriz. 
Şiirleri güvercinlerin kulağına fısıldar, 
Mektupları suya yazarız. 
Biz belki ayrıyız, 
Ama her gün aynı geceyi sabahlarız. 
Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. 
Onu bilir onu söyleriz. 
Kavuşursak biteriz biz.

Uğur Arslan

Sesli Şiir Vakti



 

Uğur Arslan - Bir Ayrılığın İlk Günü - Sesli Şiir Dinle



Bir Ayrılığın İlk Günü - Uğur Arslan
Sesli Şiir Dinle



Bir Ayrılığın İlk Günü


Canım sevgilim bugün ayrılığımızın ilk günü 
Yürüyen, kocaman, açık bir yarayım şimdi 
Rüzgar değdikçe sızlıyor kanıyor her yanım 
Nasıl ölesim var anlatamam ama 
Senden başka birşeyle öldüremiyorum kendimi 
Bundan bir yıl önce Taksimde o muhallebicide 
Yine susarak başlamıştık herşeye 
Tek kelime etmeden buyurmuştuk hayatlarımızın içine 
Herşey başladığı gibi bitiyordu. 
Tek kelime etmeden vedalaşıyorduk işte 

Bugün ayrılığımızın ilk günü sevgilim 
Sanırım artık bende bittim 
Bugün bir ayrılığın ilk günü sevgilim 
Bugün ölmezsem bir daha hiç ölmem eminim 
Bir ayrılığın ilk günü ölmeyenler bir daha ölmezler bilirim. 

Bugün ayrılığımızın ilk günü sevgilim 
Sana mutluluk huzur saadet, 
Kendim için Allah'tan sabır dilerim. 
Bugünde ölmezsem bir daha hiç ölmem eminim. 
Bir ayrılığın ilk günü ölmeyenler bir daha ölmezler bilirim 

Sanırım birşey yok aramızda 
Acırım aşksız yıllarımıza 
Bundan böyle eksik her yanımızla 
Yaşarız yaşarız yaşlanırız... 

Başımıza gelmesi imkansız diye düşündüğümüz şeyleri yaşamakla geçiyor hayat. 
Aşk önce damardan giriyor, 
Sonra burnundan getiriyor insanın 
En yakışıklı çağlarında kanıyor her yanın 
Filmin sonu hiç değişmiyor 
Sarılmamış yaralarla doluyor her yanın


Bugün ayrılığımızın ilk günü sevgilim 
Ölüyorum acıdan kendimde değilim. 
Sokaklarda yalnız yürüyemem ben 
Sabahların kör karanlıklarında kalkıp işede gidemem artık 
Yemek yiyemem, televizyon izleyemem, uyuyamamki sensiz 
Sen olmadan hiç sinemaya dahi gitmedimki ben 

Bugün ayrılığımızın ilk günü sevgilim 
Çaresiz, hareketsiz, ölmeye yakın bir uçurumun dibindeyim 
Bütün cümlelerimi senin için kurmuştum ben 
Yeni bir cümle daha kuramam 
Bütün sevmelerimi senin için kullanmıştım 
Şimdi kimi seveceğimi bilemem 

Ne adım geliyor aklıma ne annem 
Ne huzur diliyorum artık kendim için ne aydınlık 
Seyrelip tükenen dokunuşlar 
Uzayan kırılgan sessizlik 
Aramızda duran tedirgin, tuhaf yabancılık 
Sanıyorum biz şimdi gerçekten ayrıldık 

Bugün ayrılığımızın ilk günü sevgilim 
Sana mutluluk, huzur, saadet 
Kendim için Allah'tan sabır dilerim 
Bugünde ölmezsem bir daha hiç ölmem eminim 
Bir ayrılığın ilk günü ölmeyenler 
Bir daha ölmezler eminim 

Sanırım bir şey yok aramızda 
Acırım aşksız yıllarımıza 
Bundan böyle eksik her yanımızla 
Yaşarız, yaşarız, yaşlanırız...

Uğur Arslan


Sesli Şiir Vakti


 

Uğur Arslan - Yağmur Şiiri - Sesli Şiir Dinle


Nurullah Genç Yağmur Şiiri
Uğur Arslan'ın Sesinden
Sesli Şiir Dinle



Yağmur

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur 
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından 
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur 
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından 
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat 
En müstesna doğuşa hamiledir kainat 

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım 
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları 
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım 

Hasretin alev alev içime bir an düştü 
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü 
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde 
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü 

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin 
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla 
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin 
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla 
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak 
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak 

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım 
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı 
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim 

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü 
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü 
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe 
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü 

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden 
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına 
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden 
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina 
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin 
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin 

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım 
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide 
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim 

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü 
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü 
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin 
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü 

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan 
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar 
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan 
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar 
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri 
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri 

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım 
O mücella çehreni izleseydim ebedi 
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım 

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü 
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü 
Katil sinekler deldi hicabın perdesini 
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü 
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında 
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin 
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında 
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin 
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü 
On asırlık ocağın savururdum külünü 

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım 
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak 
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım 

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü 
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü 
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara 
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü 

Badiye yaylasında koklasaydım izini 
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar 
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini 
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar 
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya 
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya 

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım 
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu 
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım 

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü 
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü 
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi 
Hakların temeline sanki bir volkan düştü 

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri 
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir 
Erdemin, bereketin doldurur haneleri 
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir 
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların 
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların 

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım 
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler 
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım 

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü 
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü 
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer 
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü 

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini 
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir 
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini 
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir 
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından 
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından 

Madeni arzuların ardında seyre daldım 
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini 
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim 

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü 
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü 
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali 
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü 

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır 
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur 
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır 
Sesini duymayanlar girdabında boğulur 
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin 
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin 

Saatlerin ardında hep kendimi aradim 
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım 
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım 

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü 
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü 
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül 
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü 

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde 
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay 
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde 
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray 
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin 
Mekanın fırçasında solmayan resim senin 

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım 
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme 
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım 

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü 
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü 
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan 
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü 

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın 
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler 
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın 
Nazarın ok misali karanlıkları deler 
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin 
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin 

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım 
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar 
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım 

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü 
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü 
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün 
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü 

Nefsinle yeniden çizilecek desenler 
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek 
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler 
Anneler çocuklara hep seni içirecek 
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin 
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin 

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım 
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın 
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım 

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü 
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü 
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın 
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım 
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım 
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım 
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım 
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım 
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım 
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım 
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım 
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım 
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım 
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım 
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım 
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın 
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Nurullah Genç


Sesli Şiir Vakti


 
 
Sesli Şiir Vakti Hizmet Şartları | Gizlilik Politikası | Telif Hakkları
Copyright © 2012. Şiir Vakti - All Rights Reserved
Geliştiren CihanWebMaster
Proudly powered by Blogger