YENİ SESLİ ŞİİRLER
Divan Edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Divan Edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bâki - Hayatı - Eserleri - Eserlerinden Örnekler



Âşık ki sûz-ı aşk ile uryân olup gezer
Abdaldur ki âlemi hayrân olup gezer
(...)
Fasl-ı hazânı gör ki gelür ayağına zer
Ebr-i bahâr âlemi giryân olup gezer
(...)
BÂKÎ

Hayatı Ve Eserleri


Bâkî (1526 - 1600), Asıl adı Mahmud Abdülbâkî olan Divan edebiyatı şâiridir. Sultanüş'şuâra (Şairler sultanı) olarak anılmış, Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer almıştır. Medine ve İstanbul illerindede kadılık yapmış. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde kazaskerlik görevinde bulunmuştur.

1526 yılında İstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Orhan Şaik Gökyay, Baki'nin "saraç" (koşum ve eyer takımları yapan ya da satan kimse) çıraklığı değil, "serac" (camilerde kandillerin yakılmasından sorumlu kimse) çıraklığı yaptığını iddia etmiş ve eski imlası aynı olan iki kelimenin yanlış okunmasının yol açtığı hataya işaret etmiştir.[2] Eskiden kandillerin camilerde yegane aydınlatma aracı olduğu göz önünde tutulursa, özellikle çok sayıda kandilin bulunduğu büyük camilerde seraclık önemli bir görevdi. Baki'nin babasının Fatih Camii'nde müezzinlik yaptığı anımsanırsa, kendisinin de aynı camide serac çırağı olması ihtimali gerçekten kuvvetlidir. Nitekim pek çok akademisyen şairin saraç çıraklığı değil, serac çıraklığı yapmış olduğu görüşünü daha doğru bulmaktadır.[3] Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş. 1600 yılında, İstanbul'da öldü.

Bâki'nin Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra II. Selim ve III. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır.

Çalışmaları

Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık farklıdır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinde İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Ahenk ve musikiye önem vermiş;söz seçiminde titiz davranmıştır. Genellikle din dışı konuları işlemiştir. Şiirlerinin oluşturduğu tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli Kanuni mersiyesidir. Bu mersiye terkib-i bend şeklinde yazılmış; hem teknik olarak güçlü yapısı hem de ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, güzel bir şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur.

Bâkî'nin Eserleri

  • Dîvân (4508 beyitlik, en önemli eseri)
  • Fazâ'ilü'l-Cihad
  • Fazâil'i-Mekke
  • Hadîs-i Erbain Tercümesi
  • Kanuni Mersiyesi



Hoş geldi bana mey-kedenin âb ü havâsı 
Billâh güzel yerde yapılmış yıkılası 

Zibâ yaraşır hil’at-i nâz ol boyu serve 
İki kolumu etsem ana bel dolaması 

Dikkatler ile seyr ederiz yâri serâpâ 
Görmez mi idik biz de eğer olsa vefâsı 

Dünyâ değer ol mâh-likaa dilber-i garrâ 
Yusuf’ta dahi yoktur anı hüsn ü behâsı 

Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Bâki 
Öğrendi gazel tarzını Rûm’un şuarâsı


Şair Baki


 

Nef‘ī - Hayatı - Eserleri - Öldürülüşü - Hiciv Şairi



Nigāhı āfet-i dīn ġamzesi āşūb-ı dünyādur
Bu gūne şūḫa dil virmek ‘aceb derd özge sevdādur .. 
Nef‘ī


Nef'î, 17. yüzyıl Türk şâirlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiştir.

Asıl adı Ömer olan Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale'sinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söz ederler. Babası ülkesinin efradından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale'de başlamış, sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.

Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile bilinen Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir kıt'a söylemiştir.

“Şimdi hayli sühanverân içre
Nef'imanendi var mı bir şair
Sözleri seba'-i mu'allakadır
İmrü'l-Kays kendidür kâfir
Nef'i de buna karşılık olarak;

“Müftü efendi bize kâfir demiş
Tutalım ben O'na diyem müselman
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan
diyerek cevap vermiştir. Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi'ye karşılık verir;

“tahir efendi bana kelp demiş
iltifadı bu sözde zahirdir
maliki mezhebim benim zira
itikadımca kelp tahirdir
Osmanlıca'da büyük harf kuralı olmadığı için bu şiir iki anlama geliyor.Birinci anlamında Maliki mezhebine mensup olduğu için ve Maliki mezhebinde köpeğin güvercin gibi temiz bir hayvan olduğuna inanılır yani şiirin ilk anlamında Tahir Efendi'ye teşekkür ediyor ve onun da temiz bir varlık olduğunu söylüyor.Ama ikinci anlamda Tahir Efendi'ye köpek diyor.Zaten bu olaydan sonra mahkemeye çağrılıp yargılanıyor ve kendisini savunurken şiirin birinci anlamını kullanıyor ve ceza almıyor.

Yine de uzunca bir süre IV. Murat tarafından korundu, daha sonraları IV. Murat kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef'î padişah IV. Murat'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı'nda denize atılmıştır. Halk arasında Nef'i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir: Nef'i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir. Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef'i de oradadır. Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır. Nef'i de bu olay üzerine "Mübarek teriniz damladı efendim" diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.

Çalışmaları
Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikârdır. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden bir çoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahengi ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahengi ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır.

Eserleri

  • Sihâm-ı Kazâ (Hiciv şiirleri).
  • Türkçe Dîvan.
  • Farsça Dîvan.
Bir Başka Yorum:
17. yüzyılın önemli divan şairi, üç padişah eskitmişse de en çok dorduncu murat doneminde yasamis ve onunla sıkı fıkı olmuştur**. en çok kasidelerinde başarılıdır. osmanlıca ve farsça divanı vardır. sihami kaza eserinde hiciv şiirlerini toplamıştır. dördüncü murat tarafından daha fazla hiciv yazmaması için uyarılmış (bir rivayete göre bir gün padişah limonlukta siham-i kazayi okurken gök gürlemiş ve yakınlara bir yıldırım düşmüş, padişah da bunu bir işaret olarak algılamıştır), ancak hicivlere devam edince (son olarak sadrazama yazmıştır) "evlat gibi sevdiği" ve "onu baba gibi seven" dorduncu murat'ın emriyle boğdurulmuştur. fuat koprulu'ye gore ise bu hicivde asıl eleştirilen sadrazam değil padişahın kendisidir ve bu yüzden öfkeye kapılmıştır, zaten nefi'yi bir veziri için feda etmeyecek kadar çok sevmektedir. nefi özellikle kelime oyunlarında başarılıdır, şiirlerinde duygudan çok düşünce (her ne kadar divan şiirinde düşünce yok dense de) önemlidir.

Şair Nef'î'yi idama götüren hicivleri

 Şair Nef’î Efendi, Saraydakilerle alay eden şiirler söyler, yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekerdi... İşte bunlardan biri de Vezir Tahir Efendi idi. Ona da hakaret ettiğinden, Tahir Efendi Nef’î’ye “Kelb” demişti. Nef’î de hemen bir şiirle ona cevab verdi: 
“Bize kelb demiş Tahir Efendi/İltifatı bu sözüyle zahirdir/Maliki’dir benim mezhebim zira/İtikadımca kelb, tahirdir...” Şeyhülislam ikaz etti!
Zamanın Şeyhülislamı onu ikaz etmiş, bir Müslümanı kötülerken aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söylemişti. Nef’i de buna karşılık olarak; 
“Müftü efendi bize kâfir demiş/Tutalım ben O’na diyem Müslüman/Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere/İkimiz de çıkarız orada yalan...” diyerek cevap vermişti... 
Daha sonra tahta çıkan Sultan 4. Murad Han onu Başkatipliğe tayin etti, fakat kimseye ilişmemesini söyledi. Her ne kadar Nef’î, Padişaha bu konuda söz verse de, yaradılışı icabı, kalemini durduramayıp Sadrazam Bayram Paşa hakkında bir hicviye yazdı:
“Gürcü hınzırı, a samsun-ı muazzam, a köpek/Nerde sen, nerde sadrazamlık, a köpek/Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun/Bir senin gibi deni cehl-i mücessem, a köpek...”

“Mübarek teriniz damladı!”
Sadrazam bundan son derece incindi. Fakat saray terbiyesi icabı, kimse bunları Padişaha bildirmiyordu. Padişah hasbelkader bunun farkına varınca, onu son defa ikaz etti. Fakat tıyneti icabı, işi daha da ileri götürdü. Halife-i Müslimin olan Padişaha, her zaman yüzüne karşı methiyeler düzdüğü halde, günün birinde onu tenkid eden, alaycı bir şekilde hicveden “Sihâm-ı Kazâ” isimli şiiri yazdı. Padişah bunu öğrenince, onun cezalandırılmasını istedi. Fakat kurnaz Nef’î, hemen saraydaki zenci ağalardan birine giderek Padişahın kendisini affetmesi için bir dilekçe yazması için yalvardı. Saray ağası dayanamayıp bir dilekçe yazdı. Tam imzalarken, kalemden bir damla siyah mürekkep kağıda damladı. O anda şairin hiciv damarı kabardı ve o zor anında bile zenci saray ağasını renginden dolayı kötülemek için “Mübarek teriniz damladı efendim” deyiverdi. Bu onun son sözleri oldu ve zenci saray ağası Nef’î’yi hemen cellada teslim etti. (26 Ocak 1635) yılında idam edildi...

 

Usūlī - Āh kim ol bī-vefā gitdi vefādār olmadı + Hayatı



Āh kim ol bī-vefā gitdi vefādār olmadı
Derd ü ġamdan özge bir kimse baña yār olmadı ..

Usūlī


*** Usûlî (? - 1538/39), Divan edebiyatı şairi, mutasavvıf.


Vardar Yenicesi'nde doğmuştur. Şeyh İbrahim Gülşenî'ye bağlanmıştır. Eserleri, hayattayken beğenilmiş, ismi duyulmuştur. Fakir bir hayat yaşasa da gururlu ve onurlu olduğu, insanlara hâlini bildirmediği bilinir. 1538-1539 yıllarında öldüğü sanılmaktadır.

Eserlerinde ilk göze çarpan tasavvufi görüşleridir. Ayrıca dili zamanın göre çok düzgündür. Fazla eser bırakmamıştır. Genel olarak ünlü şairler ve otoriteler tarafından yetenekli bulunmakla birlikte yeteneklerini pek geliştiremediği belirtilmiştir.

Özellikle mesnevi olarak yazdığı şiirleri önemlidir.
Şiirlerinde özellikle padişaha veryansın eder. vahdet i vücutçudur.

Şiirlerini aruzla da heceyle de yazmıştır. Nesimi'nin etkisinde kaldığı ileri sürülüyor. aruz ölçüleriyle "klasik edebiyat dili" ile yazdığı şiirleri bakımından usuli'yi, bir bakıma, bir divan ozanı sayanlar da vardır.
Ancak, heceyle, halk diliyle yazdığı gizemci şiirlerle, usuli'yi gizemci halk ozanları arasında gösterenler de az değildir.

Şiir Vakti
 

İskender Pala - Hariçten Gazel - Fuzuli Su kasidesi - Divan Edebiyatı


İskender Pala - Hariçten Gazel
Divan Edebiyatı Sohbeti
Fuzuli - Su Kasidesi İncelemesi


Su Kasidesi

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su 
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su 

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan 
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda 
vermez.) 

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem 
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su 

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa 
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök 
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..) 

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk 
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su 

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden 
benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim 
akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana 
getirir.) 

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin 
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su 

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim 
yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen 
kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.) 

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün 
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su 

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile 
mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine 
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.) 

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna 
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su 

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, 
gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar 
uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki 
tüylere benzetemez. ) 

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola 
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su 

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim 
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek 
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.) 

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ 
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su 

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan 
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su 
vermek hayırlı bir iştir.) 

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it 
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su 

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste 
ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, 
söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.) 

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi 
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su 

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su 
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, 
sofular da kevser istiyorlar.) 

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr 
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su 

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin 
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş 
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.) 

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek 
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su 

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden 
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere 
bırakamam.) 

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar 
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su 

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, 
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla 
sevgiliye su sunun.) 

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger 
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su 

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık 
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi 
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) 
kurtarabilir.) 

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile 
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su 

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül 
efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek 
istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül 
dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını 
değiştirmesi gerekir.) 

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme 
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su 

(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli 
ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça 
göstermiştir.) 

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ 
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su 

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. 
Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su 
serpmiştir.) 

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın 
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su 

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını 
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su 
meydana çıkarmıştır.) 

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim 
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su 

(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz 
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o 
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce 
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.) 

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ 
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su 

(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir 
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse 
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.) 

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât 
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su 

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- 
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, 
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.) 

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz 
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su 

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) 
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su 
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.) 

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl 
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su 

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan 
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.) 

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr 
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su 

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık 
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da 
olsa o eşikten dönmez.) 

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ 
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su 

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek 
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının 
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) 
derman bilirler.) 

Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam 
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su 

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! 
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp 
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.) 

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da 
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su 

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin 
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.) 

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner 
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su 

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, 
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel 
su iner.) 

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma 
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su 

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, 
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden 
ümitliyim.) 

Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri 
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su 

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde) 
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su 
(damlası) gibi birer inci olmuştur.) 

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr 
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su 

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan 
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su 
(gözyaşı) döktüğü zaman,) 

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam 
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su 

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat 
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını 
ummaktayım.)

Fuzuli

-------------------------------------------------------------seslisiirvakti-------------------------------------------------------

Bu Sayfanın Son Sözü Şeyh Galib'den Gelsin


Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda, 
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda, 
Gülbank-i kudümün çekilir arş-ı Hudâ'da, 
Esmâ-i şerifin anılır arz ü semâda. 

Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed'sin efendim, 
Hak'dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim. 


Müseddes Na'tı Şerif-i Nebevî - Şeyh Galip





 

Fuzuli - Su Kasidesi - Harun Yıldız'ın Sesinden - Sesli Şiir Dinle


Fuzuli - Su Kasidesi
Harun Yıldız'ının Sesinden
Divan Şiiri


Sözleri Açıklamalı:


Su Kasidesi

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su 
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su 

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan 
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda 
vermez.) 

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem 
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su 

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa 
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök 
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..) 

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk 
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su 

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden 
benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim 
akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana 
getirir.) 

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin 
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su 

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim 
yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen 
kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.) 

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün 
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su 

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile 
mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine 
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.) 

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna 
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su 

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, 
gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar 
uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki 
tüylere benzetemez. ) 

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola 
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su 

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim 
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek 
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.) 

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ 
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su 

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan 
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su 
vermek hayırlı bir iştir.) 

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it 
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su 

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste 
ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, 
söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.) 

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi 
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su 

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su 
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, 
sofular da kevser istiyorlar.) 

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr 
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su 

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin 
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş 
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.) 

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek 
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su 

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden 
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere 
bırakamam.) 

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar 
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su 

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, 
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla 
sevgiliye su sunun.) 

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger 
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su 

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık 
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi 
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) 
kurtarabilir.) 

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile 
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su 

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül 
efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek 
istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül 
dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını 
değiştirmesi gerekir.) 

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme 
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su 

(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli 
ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça 
göstermiştir.) 

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ 
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su 

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. 
Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su 
serpmiştir.) 

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın 
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su 

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını 
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su 
meydana çıkarmıştır.) 

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim 
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su 

(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz 
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o 
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce 
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.) 

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ 
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su 

(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir 
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse 
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.) 

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât 
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su 

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- 
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, 
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.) 

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz 
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su 

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) 
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su 
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.) 

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl 
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su 

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan 
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.) 

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr 
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su 

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık 
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da 
olsa o eşikten dönmez.) 

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ 
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su 

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek 
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının 
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) 
derman bilirler.) 

Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam 
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su 

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! 
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp 
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.) 

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da 
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su 

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin 
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.) 

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner 
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su 

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, 
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel 
su iner.) 

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma 
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su 

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, 
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden 
ümitliyim.) 

Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri 
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su 

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde) 
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su 
(damlası) gibi birer inci olmuştur.) 

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr 
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su 

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan 
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su 
(gözyaşı) döktüğü zaman,) 

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam 
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su 

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat 
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını 
ummaktayım.)

Fuzuli

-------------------------------------------------------------seslisiirvakti-------------------------------------------------------


Bu Sayfanın Son Sözü Yada Dizesi Üstad Necip Fazıl'dan Gelsin


GÜZEL ŞEY

Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?.. 

Necip Fazıl Kısakürek(1977)





 
 
Sesli Şiir Vakti Hizmet Şartları | Gizlilik Politikası | Telif Hakkları
Copyright © 2012. Şiir Vakti - All Rights Reserved
Geliştiren CihanWebMaster
Proudly powered by Blogger