YENİ SESLİ ŞİİRLER

1918 - Ölenler Öldü - Yahya Kemal Beyatlı - Resimli Şiir


1918 - Ölenler Öldü Yahya Kemal Beyatlı Resimli Şiir


ÖLENLER ÖLDÜ

“Ölenler öldü, kalanlarla muzdarip kaldık.
Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık.
Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan.
Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan,
Bizim diyar olarak kaldı tâ kıyamete dek.
Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın, erkek,
Harap olup yaşıyor taliin azabıyla,
Vatanda düşmanı seyretmek ızdırabıyla.
Vatanda korkulu rüya içindeyiz, gerçek.
Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek.
Ateş ve kanla siler, bir gün, ordumuz lekeyi,
Bu, insanoğluna bir şeyn olan Mütarekeyi.” 

YAHYA KEMAL BEYATLI


Şiir Vakti
 

Bir Seviyi Anlamak - Özdemir Asaf - Resimli Şiirler



Bir Seviyi Anlamak
Özdemir Asaf 
Resimli Şiirler

"... Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın..."

Özdemir Asaf

- Şiir Vakti - 

Resimli Şiirler
 

Cemal Süreya - O Kadar Unutmuştun ki - Resimli Şiir



Cemal Süreya
O Kadar Unutmuştun ki 
Resimli Şiir

O Kadar Güzel Unutmuştun ki beni;
Hatırlatmaya Kıyamadım.

- Şiir Vakti -

Resimli Şiirler
 

Mihriban Şiiri İncelemesi - Abdurrahim Karakoç - Şiir Vakti



Mihriban Şiiri Dinle

MİHRİBAN-ABDURRAHİM KARAKOÇ


           MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.

Yâr deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbada titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.

Önce naz, sonra söz ve sonra hile...
Sevilen, seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban.

Tabiplerde ilâç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne...
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı...
Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban.

Dosta Doğru
ABDURRAHİM KARAKOÇ

ŞİİR İNCELEME PLANI:

ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ:

-NAZIM BİRİMİ : DÖRTLÜK.
-6 DÖRTLÜKTEN OLUŞMUŞTUR.
-ŞİİRİN ÖLÇÜSÜ VE DURAKLARI: HECE ÖLÇÜSÜYLE YAZILMIŞTIR. 11 ‘Lİ HECE ÖLÇÜSÜ KULLANILMIŞTIR. SON DİZELER 4+4+3 ŞEKLİNDEDİR. DİĞER DİZELER İSE 6+5 DURAKLAMALIDIR. FAKAT 3.DİZE DE BAZI YERLERDE 4+4+3 BAZI YERLERDE DE 6+5 DURAKLAMA KULLANILMIŞTIR.KAFİYE DÜZENİ a-b-a-b ,   c-c-c-b DİYE İLERLEDİĞİ İÇİN b DİZELERİNDE 4+4+3 DURAKLAMA KULLANILMIŞTIR.
-KAFİYE(KAFİYE ÇEŞİTLERİ) VE REDİFLER:

1.KITA:  LÜM= ZENGİN KAFİYE.  Ü= EK REDİF
               Z= YARIM KAFİYE.      ÜLMÜYOR-İLMİYOR = EK REDİF  
              MİHRİBAN =REDİF
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.


2.KITA:   Ş= YARIM KAFİYE
            ÜYOR-IYOR-ÜYOR = EK REDİF             Z=YARIM KAFİYE     ILMIYOR=EK REDİF    MİHRİBAN=REDİF
Yar deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor.
Lamba da titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.

3.KITA:  İLE=YARIM KAFİYE              Z=YARIM KAFİYE               ULMIYOR=EK REDİF      MİHRİBAN=REDİF
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban


4.KITA: AR=TAM KAFİYE           AMA= EK REDİF          Z=YARIM KAFİYE        İLMIYOR=EK REDİF    MİHRİBAN=REDİF
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşk deyince ötesini arama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban


5.KITA:  L  = Yarım Kafiye         ÜNE-ÜME  = Ek Redif      Z  =Yarım Kâfiye    İLMİYOR  = Ek Redif          MİHRİBAN  = Redif
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Saştım kara bahtım tahammülüme
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban


6.KITA:    AM = Tam Kâfiye        I =Ek Redif           Z= Yarım Kafiye         ÜLMÜYOR  = Ek Redif         MİHRİBAN  = Redif


 Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kör düğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban



-KAFİYE ŞEMASI:

1.KITA:  a-b-a-b

2.KITA:  c-c-c-b

3.KITA:  d-d-d-b

4.KITA:  e-e-e-b

5.KITA:  f-f-f-b

6.KITA:  g-g-g-b


ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELENMESİ:


ANLAMI BİLİNMEYEN KELİMELER VE DEYİMLERİN AÇIKLANMASI:

BELLEMEK: Hasta yoklamak, hasta ziyaretine gitmek.

SEZMEK: 1. Sezmek, hissetmek, farkına varmak. 2. Zannetmek, tahmin etmek.

TABİP: Hekim.

HUDUT: 1. Sınır 2.  Uç, son.

GAM: Tasa, kaygı, üzüntü



ŞİİRİN BÖLÜMLER HALİNDE AÇIKLANMASI:

1.KITA: Benim deli gönlümü sarı saçlarına bağlamışlar diyor. Yani biz birbirimizi için varız.Bizi birbirimize bağlamışlar çözülmüyor kimse çözemiyor demek istiyor.Onların aşkı o kadar kuvvetli ki kimsenin gücü onları ayırmaya yetmiyor.Ölümü ayrılıktan zor sanma diyor.Eğer göremiyorsan bile onu hissedebilirsin , hatırlayabilirsin ,onu zihninde düşünebilirsin diyor.Mihriban’a  olan aşkını anlatıyor.
2.KATI: Yar diyince insanın sürekli sevgiliye bir şeyler yazası geliyor, kalem elinden eksik olmuyor yar uzakta olunca. Gözler yarı yani sevdiğini görmeyince gözleri görmüyor onsuz yapamıyor aklı şaşırıyormuş.Onun Mihriban’a olan aşkına lambadaki alevler bile üşüyormuş.Ne kadar Mihriban’a olan aşkını kağıda yazmak istese bile sığdıramıyor onu çok seviyor, aşkını anlatmaya kağıt yetmiyor.Mihriban’a olan hasretini anlatıyor.
3.KITA: Önce naz yapıp sonra söz verip güvenini kazandıktan sonra işin içine hile girmiş. Sevilen seveni dile düşürür.Çünkü sevilen kişi seveni onun kadar çok sevmemiştir.On verilen değeri dillere düşürüp küçümsemiştir.NE kadar ay ,yıl geçse bile insanın içindeki hala kalıyor  ve o düzen  o töre o alışkanlık hiçbir zaman değişmiyor.Çaresiz .acı çektiğini anlatıyor.
4.KITA:  Mihriban’ın ona yaptıklarının acısını dindirecek ilaç hekimlerde yok.Çünkü içi yanıyor acısını hekimler geçiremez.Her güzel şeyin bir sonu olsa bile konu aşk olunca ötesine geçilmiyor.İnsanları çok kötü etkileyebilir.İçindeki acısını dindirecek hekimi bile olmayabiliyor.Konu Mihriban’a olan aşkı olunca ötesine geçilmiyor ve aşka kimse yelken açamıyor , kimse ona bir son bulamıyor.
5.KITA: Bülbül boşu boşuna gülüne sarılmaz. Onu kaybetmekten korkar ve öyle bağlanmıştır ki ondan vazgeçemez, vazgeçmekten korkar.Konu aşk olunca yanan yerine kar bile koysan aşka galip gelemez ve oda köz, kül olur aşkın yanında.Artık Mihriban’ın ona yaptıklarına şaşırıyor onsuz hayat istemediği, o kadar hasret olduğu için bu durumdaki haline çok şaşırıyor.Ve bahtına tahammül edemiyor.Ne yaparsa yapsın hangi yolu denerse denesin , taşa bile çalsa ezemiyor.
6.KITA: Aşkı ne kadar anlatmaya çalışsanda aşk tarif edilemiyor çünkü sığmıyor.Aşkın anlamı o kadar geniş ki her şey yanında ufacık kalıyor.Bu acıyı sadece çeken bilir.Üzüntüsünü , acısını anca çeken bilir .Baştan sona her şeyi çözülemeyen bir düğüm gibi ne kendisi işin içinden çıkabiliyor nede çözülebiliyor.

ŞİİRİN ANA DUYGUSU (TEMASI):Mihriban’ın yaşattığı aşk, özlem, hasret ve çaresizlik.

ŞİİRİN TÜRÜ: Şiirin türü koşmadır. Koşmalar genelde Aşık Edebiyatı’nda görülür.
Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir.
Genellikle hece ölçüsünün 11’li(6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır.
Dörtlük sayısı 3-6 arasında değişir.
Uyak düzeni genellikle şöyle olur:baba , ccca, ddda…
Aşk, ayrılık, gurbet gibi geniş çerçeveli konuların işlendiği bir türdür.
Dili sadedir.

ŞİİRİN YORUMLANMASI: Şiir  o kadar derinden etkiliyor ki insanı. Hani bir insan hayat boyu beklediği, sevmek istediği işte ömrümü veririm bu sevdaya dediği gibi bir aşk olur ya yazarda Mihriban’ı öyle sevmiş.Öyle hasretine dayanmış.Sarı saçlarını, sevgisinin bağını koparmaya kıyamazken ayrılık konusu bile çoktan açılmış yüreğinde.İnsan sevdiğine hasretken,göremeyince uzak mesafeler bile engel olabiliyor.Fakat insan görmeyince sezmekte de zorluk çekiyor.Aşk öyle kutsal bir şey ki insanı şair bile yapabiliyor.Duygularını kimseye açamadığı durumda bir kağıt ve bir kaleme sarılıyor.Fakat konu sevdiğin olunca akan sular duruyor.İnsanın aklı şaşırıyor.Konu aşk olunca kimse dayanamıyor.Kimse önüne geçemiyor.Ne kadar içini dökecek bir dostun olmasa da kağıt ve kalemin var.Fakat bir top kağıt koysalar bile önümüze aşkı sığdıramayız ki.Kendimizi ne kadar avutursak avutalım bur da da olduğu gibi kendimizi kandırırız.Sevdiğine çık gel bile diyemeyeceği için hasrete alışmış, hayalinde sezgilerinde sevmeye devam etmiş.Ne olursa olsun bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.Hiç bir zaman huylu huyundan vazgeçmez.Bunun acısı da hemen geçmez.Ne doktorsa ne hekimde yaranın ilacını bulamazsınız.Çünkü yaranız o kadar derindir ki artık etki yaratmaz.İnsan sevdiği şeylere boşuna bağlanmaz.Demek ki varmış bit bildiği.Mutluluğun ortasına düşünce gittikten sonra insan bahtına da ağıt yakıyor,son bulduğuna da.Aşkı tarif etmek zor.Bu acıyı çekmeyen bilemez.Bu koşma türünün de konusu Mihriban'a olan hasret.


ŞAİRİN HAYATI,SANATI VE ESERLERİ HAKKINDA BİLGİLER:
 Kahraman Maraş ,  şair ve yazarlar açısından zengin bir şehirdir. Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Bahaettin Karakoç, Abdurrahim Karakoç, Rasim Özdenören, Erdem Bayezit, Tahsin Yücel, Şevket Yücel; yeni edebiyatın önde gelen simalarındandır.
Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932'de  Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde dünyaya geldi. İlkokulu bitirdikten sonra bir müddet köyünde marangozluk  ve uzun yıllar da çiftçilik yaptı.
İlk yazdığı şiirleri, 2 kitap olarak çıkacak hacimdeyken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazıklarını "Hasan'a Mektuplar" adı altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser, kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı.[2] Sonraki yıllarda ise şiirlerinin bir bölümünü topladığı, "Akıl Karaya Vurdu", "Vur Emri", "Beşinci Mevsim", "Suları Islatamadım", "Kan Yazısı", "Gök Çekimi", "Dosta Doğru" ile sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan "Çobandan Mektuplar" adlı kitapları yayımlanacak ve bu kitaplardan bazıları, yaklaşık 20 baskı yapacaktır.
1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981'in Mart ayında emekli oldu.
Karakoç, 1985 yılından itibaren gazetecilik yapmaktadır. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip niçin ayrıldığını bir röportajında şöyle cevaplandırdı:
«Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım.»
Çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Karakoç'un şiirleri, bugüne dek birçok araştırmada aktarıldı.
Karakoç'un politik taşlamaları kadar sevgi şiirleri de hemen her kesimde yankı bulmakta ve birçok sanatçı tarafından bestelenmekte ve okunmaktadır."Mihriban" adlı şiiri, notaya dökülerek yıllardır gönüllerden düşmeyen bir türküye dönüşmüştür.
Abdurrahim Karakoç, evli ve 3 çocuk babasıdır. 1984'ün Ekim ayından bu yana Ankara'da ikamet etmektedir. Şimdilerde politikayla uğraşmakta ve günlük bir gazetede köşe yazıları yazmaktadır.


 Hastalığı
2012 yılında ciğerlerindeki enfeksiyon nedeniyle bir süre Konya'da tedavi gören Karakoç'un, vefat ettiğine dair 24 Nisan 2012 tarihinde l gazetesinde asılsız haberler yayımlanmış, sanatçıyı 25 Nisan 2012 günü tedavi gördüğü hastanede Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ziyaret etmiştir.
7 Haziran 2012 tarihinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakımda iken hayatını kaybetti.
Ankara'daki Bağlum kabristanında defnedilmiştir.

Yayınlanmış eserleri
Hasan'a Mektuplar (1965)
Akıl Karaya Vurdu(1965)
Eli Kulakta (1969)
Vur Emri (1973)
Kan Yazısı (1978)
Suları Islatamadım (1983)
Beşinci Mevsim (1985)
Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu (1994)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Gökçekimi (2000)
Gerdanlık - I (2000)
Gerdanlık - II (2002)
Parmak İzi (2002)
Yağmur Yerden Yağar (2002)
Anadolu'da Bahar(2006)
Barış Çağrısı-Dünya Barışına Çağrı Grubu-Meneviş Yayınları(2009)
Aynanın İki Yüzü

 

Mehmet Akif Ersoy – Çanakkale Şehitlerine Şiiri Açıklaması


Mehmet Akif ErsoyÇanakkale Şehitlerine Şiiri Açıklaması


Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Çanakkale Boğazındaki savaşın bir benzeri dünyada görülmüş değildir. Bu savaşta en kuvvetli orduların dört beş tanesi birden saldırmakta, bir kaç donanma ile kuşatılmış ve bombalanmakta olan ufak bir kara parçası üzerinden geçerek Marmara’ya inmek istemekteler.

Bu saldırı o kadar umutsuzca ve dengesiz ki, düşman savaş gemilerinin çokluğundan ufuk gözükmüyor. Yaptığı vahşiliklerle hemen kendini tanıtan ve “Bu bir Avrupalıdır” dedirten yırtıcı, acımasız sırtlan topluluğu nerede varsa, hepsi kafeslerinden boşanıp gelmişler.

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün ulusların insanları hep burada. Bu vahşi kalabalık o kadar çok ki, sanki kum gibi kaynamaktalar. Ortalık adeta bir mahşer günü gibi. Savaşmak için dünyanın dört bir tarafından gelmişler. Avusturyalı ile Kanadalıyı yan yana görüyorsun. Bunların herşeyi farklı. Yüzleri, dilleri, renkleri. Kimi Hintli, kimi yamyam veya başka bir bela. Fakat hepsinin tek ortak özelliği var. Vahşet… Çok bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık olan veba salgını bile, topluca yapılan bu vahşi saldırılar yanında basit kalır.

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Asaletine övgüler yazılan yirminci asır yok mu? Onun övdüğü şeylerin hepsi en aşağı en alçak varlıklardır. Yirminci asrı temsil eden o alçak varlıklar; Mehmetçiğin karşısına geçip aylarca hırslarını, kinlerini kustular, kötü emellerini aylarca ortaya döktüler.

Maskesi düşüp gerçek yüzü ortaya çıkmasaydı; biz o medeniyete hayran olmaya, onu güzel görmeye devam edecektik. Fakat gördük ki, medeniyet denilen yalancı, kalleş, utanmaz bir sahtekarmış. Üstelik o lanet olasının elinde, her biri bir memleketi harap edecek kadar korkunç silahlar var. O silahlarla saldırıyor.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi;
‘O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy
 

MEHMET ÂKİF ERSOY’UN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ” ADLI ŞİİRİNDE DİL VE ÜSLÛP - Çanakkale Şehitleri Şiiri İncelemesi


Çanakkale Şehitleri Şiiri incelemesi: 





MEHMET ÂKİF ERSOY’UN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ” ADLI ŞİİRİNDE DİL VE ÜSLÛP*

ÖZET
Türk edebiyatının en büyük şâirlerinden birisi de kuşkusuz Mehmet Âkif Ersoy’dur. Bu yazıda, İstiklâl Marşı şâiri olarak da tanınan Mehmet Âkif Ersoy’un genelde edebî yönü; özel de ise dil ve üslûp ciheti ele alınmıştır. Daha sonra Mehmet Âkif Ersoy’un “Çanakkale Şehitleri” adlı şiiri göz önüne alınarak şâirimizin dil ve üslûp özellikleri saptanmaya çalışılmıştır. En güzel Çanakkale şiirlerinden birisi olan bu yapıt; kelime dağarcığı, söz varlığı gibi cihetlerden (sayısal verilerle) ortaya konulmaya çalışılmıştır.

THE LANGUAGE AND STYLE IN “MARTYRS OF ÇANAKKALE” POEM BY MEHMET AKİF ERSOY
ABSTRACT
Doubtless, Mehmet Akif Ersoy was also one of the greatest poets in Turkish Literature. In general, although he is known as a poet, in this text his literary side has been shown. Later on his poems were tried to determine by taking into consideration his language and style which were seen in his poems .His Martyrs of Çanakkale poem which is one of the most beautiful poems of Çanakkale was investigated in the aspect of his language and style . The poem was numerically put forth for consideration in both vocabulary and force of expression.

Giriş
İstiklâl Marşı şâiri olarak da tanınan milli şâir ve mütefekkirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İmparatorluğun en sıkıntılı yıllarında yaşamış olan milli şâirimiz, muhterem babaları Hoca Tâhir Efendi’nin gayretleri sayesinde iyi bir aile terbiyesi, ahlakî ve kitabî eğitim almıştır. Daha lise yıllarında şiire ve edebiyata merak saran Mehmet Âkif Ersoy edebiyatı tam anlamıyla ruhuna, özüne sindirebilmiş nâdir edebiyatçılarımızdandır. “İstiklâl Marşı şâiri Mehmet Âkif Türk edebiyatında bir ahlak ve fazilet timsali, bir dînî îman san’atkârı ve bir millî heyecan şâiri sıfatiyle ebedîleşmiştir.”[1] Yokluk, çile ve ızdırap içinde hayat süren Âkif 1936 yılında vefat etmiştir.[2]
Türk edebiyatının güçlü simalarından Fuat Köprülü, edebi esere dönemin tarihî ve sosyal yapısının etki ettiğini değişik şekillerde ifade etmiştir. Merhum Mehmet Kaplan’a göre de insanın ailesi, çevresi, çocukluğu, mahallesi vs. faktörler onun düşünce ve yazı hayatına azımsanamayacak derecede tesir etmektedir. İşte bu noktadan hareketle Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı dönemin siyasî ve sosyal yapısının yanında ailesi, yakın çevresi vb. durumlarının da sağlıklı bir şekilde bilinmesi gerekmektedir. Genel hatlarıyla bakıldığı zaman 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı İmparatorluğu savaşların kıskacında kalmış yoksul bir devlet görünümündedir. Dönemin devlet görünümüyle Âkif’in hayatı arasında bir benzerlik söz konusudur. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Âkif, 63 yıllık hayatı boyunca bir kez olsun refaha ermemiştir. Yoksulluk, acı, gurbet Âkif’in ruhunda ve ruhunun yansıması olan şiirlerinde açıkça görülmektedir.
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde sosyal düşünce hakimdir. Kişisel sanat gayelerinden uzak insanlığı ve kendi milletini kucaklayan, ‘ben’ duygusu yerine ‘biz’ duygusunun hakim olduğu şiirler Âkif’le bütünleşmiştir. Âkif denilince çileli ve sıkıntılı bir hayat akla gelir. Memleket sevdası ise şâirimizde hiçbir zaman zerre kadar eksilmemiştir. Edebiyat ve sanat görüşü açısından milli şâirimizin şu sözleri dikkate değerdir.
“Edebiyatı nasıl telakki ettiğimizi, nasıl bir meslek tutmak istediğimizi şimdiye kadar çıkan yazılarımız elbette göstermiştir. Şiir için, edebiyat için –süs-, -çerez- diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lâkin bizim gibi aç, çıplak milletlere süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lâzım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun, libas hizmetini, gıdâ vazifesini görmeyen edebiyat bize hiç söylemez.”[3]
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinin toplandığı yedi ciltten oluşan meşhur esere Safahat adı verilmektedir. 11.240 mısrada müteşekkil bu eserde toplam 108 şiir bulunmaktadır. İçerisinde Çanakkale Şehitleri’nin de geçtiği altıncı kitap ‘Asım’ 2292 mısradan oluşmaktadır. Bu kitap iki kez basılmıştır. (1924 – 28) Safahat içerisinde her açıdan en kıymetli şiir Âsım’dır. Şâirin hemen hemen her konuya bakışını, fikir ve düşüncelerini barındıran Âsım’ın bize göre en önemli kısmı meşhur Çanakkale Şehitleri[4] şiiridir.
Dış (devrin sosyal ve kültürel şartları, aile çevresi ) ve iç (mizaç, ruhi durum) etkenlerin tabi bir sonucu olarak Âkif’in edebi karakteri sanatçının kendi ruhunda yoğrulup şekillenmiştir. Bu durum Âkif’i diğer edebi şahsiyetlerden ayıran, onu özgün kılan üslûp kişiliğini oluşturmuştur. Sanat eserinde şekil ve dış yapı arasında uzak olmayan bir bağlantı olduğu için sanatçının iç dünyasında şekillenen dinamitler onun dil ve üslûbunu da aynen yansımıştır.
Milli şâir Âkif’in her şiirinde onun dil ve üslûbunu anlayabileceğimiz ipuçları mevcuttur. Âkif kelimenin tam anlamıyla milli, dini ve kültürel değerlerine son derece bağlı bir mütefekkir şâirdir. Türk edebiyatında aruz’u Türkçe’ye en güzel biçimde uygulayan şâirlerimizden biri de kuşkusuz Mehmet Âkif Ersoy’dur. Yerli olmayan bir şiir ölçüsü Âkif’in şiirlerinde milli vezin olarak göze çarpmaktadır. Çanakkale Şehitlerini de içine alan Safahat’ın altıncı kitabı olan Âsım bu açıdan Türkçe’nin ve aruz ölçüsünün muhteşem bir hünerle kullanıldığı pürüzsüz konuşmalar ve ince nüktelerden ibarettir. “Bu manzum eserde Âkif’in Türk milletine karşı büyük îmanı ve bu îmanın şerefli bir terennümü olan Çanakkle Şehidleri için yazdığı âbide şiir de vardır.”[5] Her yönüyle milliliği esas alan Âkif’in dil ve üslûp görüşü şöyledir:
“Sâde yazmak bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mutlaka muztar kalmışızdır. Yalnız sâdelikde –cennet- i beğenmeyip –uçmak-, -cehennem- i bırakıp –tamu- diyecek kadar ileri gidecek değiliz. Hele dilimizin şivesini, ister Napolyon çizmesi çekmiş ister İngiliz çorabı giymiş olsun, hiçbir ecnebi ayağına çiğnetmeyeceğiz. Bu hususta ne kadar ta’assub, ne kadar muhafazakarlık kabilse göstereceğiz. Evet, eskiler gibi Arapça, Acemce düşünülüp; yahut yeniler gibi Fransızca, Almanca tertip eyleyip Türkçeye ondan sonra nakl olunan yazılara karşı gücümüz yettiği kadar hücûm edeceğiz. Zira şu hakikate iyice inanmışız ki: Dilsiz millet gibi şivesiz dil de yaşamaz; her memleket nasıl kendi tabiî hududu dahilinde ilerlerse, her dil de kendi fıtrî şivesi dairesinde terakki eder. Lisanın şivesine uymayan eserler mahdud bir kısım halk arasında bir müddet yaşar; lâkin sonra da ölür gider.”[6]
Türk edebiyatında en güzel ve etkileyici Çanakkale şiiri olarak bilinen Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı şiiri 84 mısradan müteşekkildir.
Günlük konuşma dilini şiir diline uyarlayarak sosyal bir şiir dili doğuşuna öncülük yapan Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini tespit edebilmek için onun bazı özelliklerini bilmemiz gerekir. Vatan şâiri Âkif’in genelde edebî şahsiyetinin özelde dil ve üslûp özelliklerinin oluşmasına tesir eden bazı özellikleri şunlardır:
- Samimiyet ve içtenliği
- Eşine az rastlanır dostluğu
- Yalnızlığı
- Siyasetten uzak duruşu
- Okuyan ve okutan bir yapısının olması
- Fedakarlığı
- Vefanın timsali olması
- Cehalete düşman olması
- Dindarlığı
- Vatanseverliği
- İdealist yapısı
- Cömert ve mütevazı olması
- Cesur ve dürüst olması
Arap, Fars ve Fransız dillerini iyi derecede bilen Âkif aynı zamanda mükemmel bir Türkçeciydi. 1919 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından oluşturulan Kamûs-i Arabî Heyeti’nde başkan olarak görev yapan Âkif’in Arapça kelimelere bulduğu Türkçe karşılıklar heyetteki herkesi hayretler içinde bırakmıştır.
Çanakkale Şehitleri şiirinde Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini (kısmî olarak) yansıtan bazı ifadeleri şöyle sıralayabiliriz.[7]
1. Yerel, mahalli ağız kullanımı: Bu şiirde Âkif çağdaşlarına göre gayet sâde ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır. Şiirde geçen kafa, ayak, el, kol, bacak, çene, çelik, sürü, yaylım, yıldırım, sırt, sağnak, dağ, taş, öte, beri, eski, yeni, çehre, ordu, dört, kara, yoksul, vahşet vb. kelimeler Anadolu insanına çok uzak olmayan tarzda günlük hayatta sıkça kullanılan sözlerdir. Bu kelimelere bakan birisi Âkif’i bir halk edebiyatı şâiri gibi düşünebilir. Belki de Âkif’i güzelleştiren, onu Türk halkına sevdiren özelliklerinden birisi de yerel ağız kullanmasıdır. Bu hususta şâirin ne kadar hassas olduğunu daha önceden belirtmiştik.
2. Soru sorarak anlamı güçlendirme: Milli şâir Âkif’in bütün şiirlerinde olduğu gibi bu şiirde de soru sorma sanatını (istifham) sık sık kullandığını görmekteyiz. Hatta şiirin başlangıç kısmı bile ‘Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? diyerek başlar. Edebiyat literatüründe Şaşırtma Üslûbu’[8] olarak bilinen konu içerisinde soru sorma (istifham) alt madde olarak geçer. “Şâir bazı olaylar ve durumlar karşısında şaşkınlık, hayret ve hayranlık duygularını daha belirgin kılmak, güçlendirmek için cevap beklentisi içinde olmadan sorular sorar.[9]” ‘Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?’ derken okuyucunun ne kadar derinden etkilendiği ortadadır. Usta şâir Âkif ruhundaki mistik duyguları sâde dille yoğurarak enfes şiirlerini okuyucuya ikram eder.
3. Övgü: Şâir söylemlerini daha çekici hale getirmek için şiirde kendini veya bir başkasını över. Bu şiirde Âkif, vatan için gözünü kırpmadan canını feda eden asker için övgüler yağdırır. Hatta bir yerde Çanakkale Şehitlerini Bedir Savaşı’ndaki askerlere eş tutarak

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i..
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.

demektedir. Şiirde geçen diğer övgü mısralarından bazıları şunlardır:
Bu şiirin büyük bölümünde Mehmetçik’e övgü vardır.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i ilâhi o metin istihkam.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın

4. Yergi: Âkif, duygu zengini bir şâirimizdir. Yedi devletin birleşip zayıflamış bir devlete saldırmasını hainlik olarak niteleyen milli şâir özellikle bu şiirin başlangıç kısımlarında düşman devletlerini nefretle anlatır.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

derken Osmanlı’nın aczi karşısında düşman ordularının acımasızlığını bu mısralarla dile getirir. Bazen içindeki öfke ve deniz dalgası gibi kabarır ve:

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde – gösterdiği vahşetle – bu bir Avrupalı!
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahud kafesi!

Şeklindeki söylemleri kullanarak durumu şu mısrasıyla özetler.

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk

Başlangıç kısımlarında düşmana yergi, son kısımlarında ise Mehmetçik’e övgü vardır. Bazı yerlerde Âkif’in kızgınlığı o kadar artar ki şâir:

Kusdu Mehmetçiğin ağlarca durup karşısına
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

5. Seslenme: Söylev ve nutuk olarak da bildiğimiz seslenme üslûbu ile şâir bir hatip edası ile söylemlerinin tesirini artırır, söyleyişe canlılık kazandırır. Âkif’in öne çıkan yanlarından birisi zaten onun hatip olmasıdır. Bu şiirde Âkif düşman zulmünü anlatmak, duyduğu derin acıyı aksettirmek için çoğu kez seslenme yoluna başvurur. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü savaş meydanında mermiler askere değil de Âkif’in kalbine saplanmış gibidir. Mehmetçik için;

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

diye seslenen Âkif’in bu şiirinin çeşitli yerlerinde hitabeti örneklendiren diğer mısralar şunlardır:

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

Âh o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil

6. Karşılıklı Konuşma: Mehmet Âkif Ersoy’un pek çok şiirinde olduğu gibi ( Mahalle Kahvesi, Seyfi Baba gibi) bu şiirinde de doğrudan olmasa da dolaylı olarak bir diyalog söz konusudur. Çanakkale Şehitleri şiirinin genelinde bir sohbet, karşılıklı konuşma havası vardır. Şiiri okuyan kişi kendisini muhatab alabilir. Âkif bu şiirde doğrudan okuyucuyu muhatab kabul etmektedir. Bu durum şiiri etkin kılma yolunda ( şâir ve okuyucu açısından) son derece önemlidir.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
‘Bu, taşındır’ diyerek Kabe’yi diksem başına;
Nerde gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı!’
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına râm?

mısraları durumu örneklendirmektedir.

7. Tasvir: Anlamı açık seçik biçimde ortaya koymada başvurulan üslûp tarzlarından birisi de tasvirdir. Âkif muazzam bir tasvir yeteneğine sahiptir. O, gözüyle gördüğü herşeyi tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi resmeder. Meşhur eseri Safahat’ın geneline bakıldığı zaman tasvir konusunda ne kadar usta olduğunu görebiliriz. Bu şiirde ise düşmanın durumu ve niteliği, savaş meydanı, Osmanlı devletinin zayıflığı, Türk askerinin imanı dikkate değer şekilde tasvir edilmiş, betimlenmiştir. Bilinen bir gerçek var ki Âkif Çanakkale Savaşlarını görmeden bu şiiri yazmıştır.

Eski Dünya Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı…

Övgü, yergi, soru, karşılıklı konuşma, hitabet vb. üslûp şekillerini bu şiirde başarıyla
uygulayan Âkif kendine has bir çizgi oluşturmuş şâirlerimizdendir
Şimdi de üzerinde durduğumuz şiiri dil özellikleri ile ele almaya çalışalım.
“Şiirde dil, bilinen anlamıyla insanlar arası iletişim kurma aracı değildir. İletişimsel kullanımının ötesinde bir işlevi vardır. Şâir, duygusal ve imgesel yönü ağır olan bir dil kullanır. Şiirde görülen dil, dilin alışılmış düzeninden farklı bir yapı arz eder. Söz ve kelime oyunlarına yer verir. Şâir, dilin tüm imkanlarını kullanarak onun, daha çok iletişimsel boyutu değil, sezdirimsel boyutu üzerinde durur.[10]

Kendine özgü bir şiir dili oluşturmayı başaran Âkif, şiirlerinde günlük konuşma diline yakın ifadelere yer verir.

8. Parantez İçi Cümle ve İfadelere Yer Verme: Bu şekilde şiir yazma dilin daha düzgün kullanımı açısından pek de hoş karşılanmaz. Fakat Türk dilini aruz ölçüsüne uydurmak da sanıldığı kadar kolay değildir. Bu yönden bakıldığı zaman sözü edilen ifade şekli zaman zaman kullanılmıştır.


Nerde – gösterdiği vahşetle – ‘bu bir Avrupalı’

Dedirir – yırtıcı, his yoksulu, sırtlar kümesi,

‘Gömelim gel seni târihe’ desem sığmazsın

‘Bu taşındır’ diyerek Kâbe’yi diksem başına

mısralarında bu durumu görebilmekteyiz.

9. Ünlemler: Âkif yazdığı bu kahramanlık şiirinin çok yerinde ünlem kullanmayı tercih etmiştir. Bu ifade şekli durumun önemini ortaya koymaktadır.

Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor!

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kovada!

10. İkilemeler: Anlamın etkisini artırmak için aynı, yakın anlamlı ve zıt kelimelerin tekrar edilmesidir.

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela?

Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana

Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem

En keşif orduların yükleniyor dördü beşi

11. Deyimler: Sıkça kullanılan bağdaştırıcılardandır. Âkif mahalli dili çok sevdiği için olsa gerek bu şiirinde de deyimlere sıkça yer vermiştir. Deyimlerden bazıları şunlardır:
yol bulmak, kum gibi kaynamak, beyninden inmek, ölü püskürmek, sağnak sağnak boşanmak, mermi gibi yağmak, namusumuzu çiğnetmemek, uzanıp yatmak, dar gelmek, tarihe gömmek, taş dikmek, tavan satmak, yara sarmak, hüsrana bağmak, kucak açmak

12. Cümle: Şiir dilinde cümleler genellikle devrik yapıda olur. Çanakkale Şehitlerinde de cümlelerin büyük çoğunluğu devriktir.



Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber

Saçıyor zırha bürünmüş o namerd eller

Cümlelerin çoğunda eksiklik görmekteyiz. Bir başka ifadeyle eksiltili cümle görmekteyiz.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân…

İsim ve fiil cümlelerinin her ikisi de kullanılmıştır.

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana (Fiil cümlesi)

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o gün..(İsim cümlesi)

13. Özel Ad Kullanımı: Şiiri etkin ve canlı hale getirebilmek için şâirler, meşhur adlardan yararlanırlar. Bu şiirde Âkif; Kılıçaslan, Selahattin (Eyyubi), Bedir, Kanada, Ostralya, Peygamber (Hz. Muhammed S.A.V.), Süreyya, Marmara, Avrupa gibi adlardan yararlanmıştır.

14. Söz Varlığı: Âkif’in düşmanı nitelemek için kullandığı sözler genellikle öfke ve kızgınlık anında kullanılan kelimelerdir. Bela, kahbe, yamyam, his yoksulu, yırtıcı, sırtlan kümesi, yüzsüz, mel’un gibi.

Şiirde savaş anlatıldığı için muharebe terimleri de sıklıkla kullanılmıştır. Bunlardan bazıları;Top, tüfek, zırh, istihkam, tabya, gülle, mermi, bomba vb. kelimelerdir. Aruz veznini Türk diline uygulamada çok başarılı olan şâirimiz bu şiirinde de aruz ölçüsü kullanmayı ihmal etmemiştir. Şiirin ölçüsü şu şekildedir:

Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün

Sonuç
Mesnevi nazım şekli ile yazılmış olan bu şiir 84 mısra, 42 beyitten müteşekkildir. Aruz vezninin Türkçeye en güzel uygulamalarından birisini burada görmekteyiz. Eserin dili dönemine göre oldukça sâde ve anlaşılırdır. Dildeki sâdelik Âkif’in sanatına bir engel teşkil etmez. Şâir edebi sanatlardan sıklıkla yararlanmaktadır. Karahanlı Türkçesi zamanında kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerin büyük çoğunluğu burada da karşımıza çıkmaktadır.[11] Bir başka ifadeyle dilimize yabancı dillerden, abartılacak kadar, çok kelime girmemiştir. Şiirin dili konuşma diline yakındır. Yerel söylemler ve millilik göze çarpan ilk unsurlardandır. 84 mısralık şiirde toplam 369 kelime mevcuttur. Bu kelimelerden 287 tanesi isim; 82 tanesi ise fiildir. 369 kelimelik şiirin tamamında sâdece 8 adet Farsça tamlama kullanılmıştır. Bu kullanımlar ise vezin gereğidir. (akvâm-ı beşer, enkâz-ı beşer, mevki-i müstahkem, mahluk-i asil gibi). Arapça ve Farsça kelimeler eserin geneline bakıldığı zaman çoğunluk oluşturmaz. Şiirdeki Arapça ve Farsça kelimelerin sayısı ise 155’tir. Bu sayı korkulacak bir değer değildir. Çünkü Âkif’in 1890’lı yıllarda yazdığı şiirlerinde bu oran %60-65’leri gösteriyordu.[12] Şiirde dikkat çeken bir diğer nokta ise şâirin sık sık sıfatlardan yararlanma yoluna gitmesidir. Bu şekilde şiirin anlatma, ifade etme yetisi artmakta ve içerik zenginleşmektedir. (Eski Dünya, yeni Dünya, çelik tabya, mor bulutlar, demir çenber, ufacık kara, arslan nefer gibi).
 

Azgın Deniz - Necip Fazıl Kısakürek - Şiir Vakti



Azgın Deniz 

Hangi hissin parmağı dokundu ki, derine,
Düştü bir gizli Alev salkımı içerine?
Hangi kabus bastı ki, seni uykularında,
Birdenbire cehennem kaynadı sularında?
Örtüldü baştan başa tenin beyaz bir terle,
Duman duman yayılan incecik köpüklerle.
Hangi dert kaldı, söyle, bağrına üşüşmeyen,
Hangi ölüm şarkısı, bu dilinden düşmeyen?
Hangi öfkeyle yüzün, böyle karıştı yer yer,
Sana yan mı baktılar, bir şey mi söylediler?
Bir şey dinleme artık, artık bir şey dinleme!
Çağır, bütün günahkar ruhları cehenneme!
Karşına, sahil, kaya, insan kim çıkarsa vur!
Vur başına, alemde, kör, sağır, ne varsa vur!
Sal her taraftan, dağdan, gökten, pencereden sal!
Nihayet kala kala dünyada tek kişi kal!

Necip Fazıl Kısakürek


Şiir Vakti

 

Yahya Kemal Beyatlı - Ses Şiiri




Ses

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum, 
"Yarab! hele kalp ağrılarım durdu!" diyordum. 
His var mı bu alemde nekahat gibi tatlı 
Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı 
Bir taze bahar alemi seyretti felekte, 
Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te, 
Akşam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi akşam!.. 
Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam; 
Sakin koyu,şen cepheli kasrıyle Küçüksu, 
Ardında vatan semtinin ormanları kuytu; 
Bir neşeli hengamede çepçevre yamaçlar 
Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar 
Dalgın duyuyor rüzgarın ahengini dal dal. 
Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal. 
Bir lahzada bir pancur açılmış gibi yazdan 
Bir bestenin engin sesi yükseldi boğazdan 
Coşmuş yine bir aşkın uzak hatırasıyla, 
Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla, 
Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi: 
Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi. 
Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım. 
Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım, 
Her yerden o,hem aynı bakış ,aynı emelde, 
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde; 
Her yerden o, hem aynı güzellikte göründü, 
Sandım bu biten gün beni ram ettiği gündü.

Yahya Kemal Beyatlı


Şiir Vakti
 

Soma’daki “Toplumsal Dönüşüm Projesi” Onlarla Hayat Buldu!



Soma İçin Bir Olduk:  Çocukların yüzündeki gülümseme her şeye değer...
Allianz Türkiye, sivil toplum örgütleriyle el ele vererek, bölgede etkilenen vatandaşlara ulaşabilmek, onların yaralarını sarmak ve yeni başlangıçlarını desteklemek için Soma’daydı. Soma’da 2014’te gerçekleşen ve ulusumuzu derinden sarsan maden faciasının ardından, Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği (APHB) ve Bilim Kahramanları Derneği (BKD) ile işbirliği yapılarak “Allianz SomaDA”yı (Soma Dayanışma Ağı) geliştirdi.
Soma faciasından en çok etkilenen yerlerden biri de Kırkağaç. Kırkağaç’ta yaşayan 12 yaşındaki Yiğit, okuldaki 12 arkadaşıyla birlikte bir bilim kahramanı ekibi kurdu. Önce yapamayacaklarından korktular. Çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar, bilgisayarda yazılım geliştirip, legodan yaptıkları robotlarına yüklediler. Bu bilim yolculuğu, özgüven ve başarı doğru yeni başlangıçları müjdeliyordu.
Allianz SomaDA”yı kapsamında, BKD ile yapılan işbirliği sayesinde, Soma çevresinde, olaydan etkilenen 6 ilçedeki 16 okulun, Bilim Kahramanları Buluşuyor turnuvasına katılımı sağladı. 34 gönüllü öğretmen, 150’ye yakın öğrencinin oluşturduğu 17 farklı Allianz SomaDA takımını 4 ay boyunca turnuvaya hazırladı. Bu yolla, öğrencilerin normal hayata dönüşü desteklenirken, psikososyal ve kişisel gelişimlerine de katkı sağlanması amaçlandı.
Allianz SomaDA”nın bir ayağı da faciadan etkilenen ailelerin çoğunlukta olduğu Dursunbey’deydi. APHB ile yapılan işbirliği sayesinde, Dursunbey’de bir psikososyal destek merkezi açıldı. Çocuklara, yetişkinlere ve gruplara yönelik üç görüşme odası bulunan Dursunbey Psikososyal Destek Merkezi’nin hizmetleri, merkeze uzak bölgelere de ulaştırıldı.

Bir boomads advertorial içeriğidir.
 

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar “Biz Mektup Yazardık” Sergisi’nde!

İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki “Biz Mektup Yazardık” Sergisi geçmişi günümüze taşıyor.
Bursa’nın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda  yatıyor
İşte mürekkep bu dizelerdeki gibi damlar Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kaleminden… Sanatçı, 64 yıllık hayatına sığdırdığı sanat tutkusunu, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğiyle yakın dostu Nâzım Hikmet’e yazdığı bu dizelerdeki gibi aktarır kâğıda ve tuvallere… Onun şiirlerindeki ve tablolarındaki narlar, dutlar, ayvalar kimi zaman sevdiği kadına duyduğu özlemi kimi zamansa amansız bir kara sevdayı anlatır. Babasından Batı Edebiyatı’nı, annesinden Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı öğrenen sanatçı Anadolu’nun toprak damlı evlerinden, İstanbul’un martılarından, köpüren denizinden, Âşık Veysel’in sazından dem vurur…
Bedri Rahmi Eyüboğlu iç dünyasını tuvallere ve şiirlere aktarırken sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının önemli isimleriyle gerçekleştirdiği, yaşadığı döneme ışık tutacak mektuplaşmaları da tarih yolculuğundaki yerlerini alıyor.  Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlayıp Paris’te süren eğitim hayatından, resim tutkusunun peşinden gittiği Anadolu’daki yurt gezilerine kadar sanatçının yaşamından birçok kesiti yansıtan mektuplar, “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile İş Sanat Kibele Galerisi’nde ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Sergi, hem sanatçının kaleme aldığı hem de kendisine gelen yüzlerce mektubun Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından uzun soluklu ve titiz bir çalışma ile kitaplaştırılmasına paralel olarak hayata geçiriliyor. Sanatçının gelini Hughette Eyüboğlu’nun hazırladığı, editörlüğünü Rûken Kızıler’in üstlendiği kitabın ve serginin tasarımı Emre Senan tarafından gerçekleştirildi.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Avrupa’da öğrenci olduğu günlerden Akademi’de öğretmen olduğu günlere pek çok anıyı barındıran mektuplar, orijinal olarak sahiplerinin kendi ifadeleriyle ve kendi imzalarıyla ziyaretçilere ulaşıyor. Sadece ressam ve şair olarak değil mozaik, seramik, vitray ve yazma sanatçısı, heykeltıraş, öğretmen ve yazar kimlikleriyle de sanatımıza kalıcı eserler bırakan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun pek çok isimle sürdürdüğü yazışmaları aynı zamanda sanatçılar arasındaki kuvvetli bağı da gözler önüne seriyor. Her biri tarihi belge niteliğindeki mektuplar; sanatçıların o dönemde yaşadığı ekonomik sıkıntılara dair fikir verirken, yaşanan zorlu koşullara rağmen gerçekleştirdikleri idealleri ile tarihe not düşürebilmeyi başarmış bu insanların umutlarını yitirmediklerini de en iyi şekilde ortaya koyuyor.
Sanatçının Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Muallâ, Âşık Veysel, Adalet Cimcoz, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, İbrahim Çallı, Andre Lhoté, Fahrünisa Zeid, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Arif Kaptan ile mektuplaşmalarının her biri ziyaretçilerde ayrı bir tat bırakmayı vaat ediyor. İş dünyasının önde gelen isimleri Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’nın mektupları da Eyüboğlu arşivinin önemli parçaları arasında yer alıyor.
Serginin bölümlerinden biri de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşamını şekillendiren iki kadın, eşi ressam Eren Eyüboğlu ve büyük aşk yaşadığı, “Karadutum” dediği Mari Gerekmezyan ile mektuplaşmalarından oluşuyor. Eren Eyüboğlu, büyük aşk yaşadığı Karadut’u sonsuzluğa uğurladıktan sonra eşinin elini bırakmayarak o zor günleri atlatmasına ve resme odaklanmasına yardımcı olacak kadar güçlü iken, diğer taraftan Mari Gerekmezyan ise ölümünün ardından bile gözlerini yaşartacak kadar sevdalı olduğu bir isim.
64 yıllık yaşamına çok şey sığdıran Bedri Rahmi… 
İş Sanat Kibele Galerisi’nde çağdaşlarıyla yazışmalarının ilk kez gün yüzüne çıktığı “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi ile anılan sanatçının hayat hikâyesi Trabzon’da başlar. Takvimler 1911 yılını gösterdiğinde Görele Kaymakamı Mehmet Rahmi Bey ve Lütfiye Hanım’ın ikinci çocuğu olarak hayata merhaba der. Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüşür.  Babasının görevi dolayısıyla yerleştikleri Trabzon’daki lise resim öğretmeni ünlü ressam Zeki Kocamemi tarafından keşfedilir. Sanatçı yine bu dönemde edebiyata da merak salar ve ilk şiirlerini yazmaya başlar.
1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi Türk resminin mihenk taşlarının öğrencisi olma şansına erişir. Edebiyata olan ilgisinin üzerine düşer ve Ahmet Haşim’den estetik ve mitoloji dersleri alır. 1930’larda hayat onu bu kez Fransa’ya götürür. Dijon ve Lyon’da bir yandan çalışarak Fransızcasını geliştirmeye çalışırken, bir yandan da Gauguin, El Greco, Cezanne gibi beğendiği ressamların eserlerini kopya eder. Sanatçı, ileride hayatını birleştireceği Ernestine Letoni (Eren Eyüboğlu) ile de Fransa’da tanışır. 1940’lı yıllara gelindiğinde kalbine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanan Mari Gerekmezyan girer. Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapar, sanatçı bu büste duyduğu minneti Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak yanıtlar. Artık bütün İstanbul ve elbette Eren Eyüboğlu bu tutkulu aşktan haberdardır. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1975 yılındaki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı aşkla, resimle, edebiyatla, dostlarıyla, dönemin önde gelen kültür ve düşünce insanlarıyla bir arada geçirir.
Meraklıları için 5 Mayıs - 20 Haziran arasında İş Sanat Kibele Galerisi’nde ziyaret edilebilecek “Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar - Biz Mektup Yazardık” Sergisi, sanat ve kültür tarihimizde eşine az rastlanır bir iz bırakmayı vaat ediyor. Sergide orijinal el yazılı mektuplar ve sanatçının çizimleriyle süslediği desenli zarfların yanı sıra mektuplaşılan isimlerin Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yapılmış portreleri de yer alıyor. Serginin ziyaretçilerini güzel bir sürpriz de bekliyor. İsteyen katılımcılara, sanatçının desenleriyle hazırlanmış mektup ve zarflarla sevdiklerine yazma imkânı sunuluyor. Şimdi özlemle andığımız eski günlerdeki gibi mektup yazma zamanı!

Bir boomads advertorial içeriğidir.

 

Kafes - Yeşil Temalı Kısa Film - Çevre Bilinci - Ödüllü Kısa Film



Kafes - Yeşil Temalı Kısa Film - Çevre Bilinci - Ödüllü Kısa Film

Yeşil Ekran kısa film yarışmasına katılan "KAFES" adlı animasyon çalışması birincilik ödülünü kazanmıştır.


 

SANATA VE KEŞİFLERE YER AÇIN, GENÇLER GELİYOR!




Son senelerde sanat alanında yapılan yatırımlar ve etkinlikler gün geçtikçe artıyor ve gelişiyor. Özellikle İstanbul’da hayat bulan bu tarz etkinliklerden biri var ki, çok kısa sürede hem kendine has tarzı hem de izlediği yol ile oldukça ses getirdi. Bundan 2 sene önce, ulaşılabilir sanat alternatifi olarak yola çıkan ve her yıl yeni sanatçıların üretimleriyle gelişen Mamut Art Project’ten bahsediyoruz. Mamut Art Project bu sene Akkök Holding’le birlikte yoluna devam ediyor. Akkök Holding gibi güçlü şirketlerin genç sanatçılara destek olması, hiç şüphesiz ülkemizde kültür sanatın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında önemli rol oynuyor. MAP’15 by Akkök hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, www.mamutartproject.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Proje, genç sanatçıları, koleksiyonerler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle galeri, müze, atölye gibi alışılagelmiş mekanların dışında, bir araya getirmeyi hedefliyor.
İsmini de insanoğlunun mağaralarda keşfedilmiş ilk çizimlerinde en çok görülen figürlerden biri olan “mamut”tan alıyor. Bir başka deyişle, “Mamut” bu projede sanatçıların büyük kitlelere göstereceği ilk eserlerini simgeliyor.
Mamut Art Project 2015 by Akkök’ün her yıl alanında uzman farklı isimlerden oluşan jürisi bu sene, Agah Uğur, Başak Şenova, Eda Kehale Argun, İnci Eviner ile Osman Erden'den oluşuyor. Jüri bu yıl başvuruda bulunan 1000’e yakın portfolyoyu değerlendirdi; yurtiçi ve dışından toplam 56 genç sanatçının 400 adet eserini sergilemeye layık buldu. Projeye bu yıl İstanbul, Ankara ve İzmir’in yanı sıra Diyarbakır, Konya, Nevşehir, Van, Karabük, Malatya, Kırklareli, Edirne’den genç sanatçılar da ilgi gösterdi. Mamut Art Project 2015 by Akkök, bu sene sınırlarını Türkiye dışına taşıyarak Fransa, Ukrayna, Almanya, ABD, Avustralya, Hollanda, Bulgaristan, İsviçre, İran’dan sanatçıların da ilgisini çekti.
Nerden çıktı bu Mamut?
Bu yıl 26-29 Mart 2015 tarihleri arasında KüçükÇiftlik Park’ta düzenlenecek olan Mamut Art Project by Akkök, fotoğraf eğitimi alan Seren Kohen’in girişimi ve sanat tarihi ve kültür politikaları üzerine çalışmalar yapan Tuba Kocakaya’nın sanat direktörlüğünde gerçekleşiyor.
Mamut Art Project 2015 by Akkök, her sene sanatseverlere yeni sanatçıları keşfetmeleri ve uygun fiyatlar ile ilk koleksiyonerlik adımlarını atabilmeleri için alternatif bir platform yaratıyor.
Bu sene sanatseverleri neler bekliyor?
Genç sanatçıların eğilimlerini, değişen trendleri yansıtan önemli bir platform olma rolünü de üstlenen Mamut Art Project 2015 by Akkök sergisine gelenler özellikle resim alanında bu sene farklı tarz ve tekniklerdeki çalışmaları görme fırsatı bulacaklar. Sergide ayrıca video art çalışmalarının yanı sıra fotoğraf ve güncel sanatın giderek gelişen ve cazibesi artan bir alanı olarak nitelendirilen sound art örnekleri de 26-29 Mart 2015 tarihleri arasında KüçükÇiftlik Park’ta izleyici ile buluşacak.
Bu günlerde karşınıza “Mamut çıkabilir!” dikkatli olun… 
Mamut Art Project 2015 by Akkök projesi çerçevesinde Pera, Sakızağacı, Maçka, Pangaltı, Etiler Akmerkez, Bağdat Cad. Kaya Taksi başta olmak üzere İstanbul genelindeki taksi duraklarında “Mamut sağolsun!” yazılı taksilere rastlayabilirsiniz.
Siz de eserinizi sergileme şansı yakalayın!
Akkök Holding ve Mamut Art Project’in birlikte gerçekleştirdiği #yourartismyheart etkinliğine katılan 3 kişi eserini etkinlik süresince Akkök Lounge’da sergileme imkanına sahip olacak. Katılmak için çektiğiniz fotoğrafı Instagram ya da  Twitter hesabınızdan #yourartismyheart hashtagiyle paylaşmanız gerekiyor. Yarışma hakkındaki detayları www.yourartismyheart.com adresinde görebilirsiniz. Ayrıca gönderdiğiniz fotoğrafın daha fazla oy alması için buradan arkadaşlarınıza da gönderebilirsiniz.



Bir boomads advertorial içeriğidir.
 

İstiklal Marşı Tasarımları - Resimli İstiklal Marşı - İstiklal Marşı Resimleri


İstiklal Marşı Metni Türk Dil Kurumu:


İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe
         İSTİKLAL MARŞI
                                                       Kahraman Ordumuza
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
                           Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
                           Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
                           Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
                           Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
                           Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
                           Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
                           Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
                           “Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
                           Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
                           Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
                           Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
                           Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
                           Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
                           Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
                           Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
                           Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecdile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
                           Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
                           Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
                           Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
                           Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
                           Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
                                                      Mehmet Akif Ersoy



Osmanlı Türkçesi(Osmanlıca veya Arap Harfleriyle)/Günümüz Türkçesi
İstiklal Marşı








Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın...
Mehmet Akif Ersoy



Osmanlı Türkçesiyle









Modern Tasarım


İstiklal Marşı Notaları:




İstiklal Marşı Resimleri - İstiklal Marşı Resim Tasarımları - Osmanlı Türkçesiyle İstiklal Marşı


Şiir Vakti

 
 
Sesli Şiir Vakti Hizmet Şartları | Gizlilik Politikası | Telif Hakkları
Copyright © 2012. Şiir Vakti - All Rights Reserved
Geliştiren CihanWebMaster
Proudly powered by Blogger